Pazar

nereye kadar?

Nereye kadar diye sordu kantinden gelip geçenler, daha başlar başlamaz, boykotun ilk günü, bir fiyatlandırma yapın şu ürünlere diyen işletmeci zihinlisinden, neler olup olmadığını anlamaya çalışan en masumanesine kadar.

En çok karşılaşılanlar listesine 3. sıradan yerleşebilir nereye kadar sorusu..

İletişim Bilimleri Fakültesi'nde okumakta olduğum 2 sene içerisinde hemen herkesin kafasında yer alan Alıcaksın kettle'ı kendi çayını kendin yapacaksın, şu kantinin şu kötü ve pahalı çayını içmeyeceksin hayallerinin geçekleştiği andı İBF kantin boykotunun başladığı an...

Bazıları kısa ve öz hayaller sever. Hayallerin uzaması hayatın tekelini elinde bulundurduğunu düşünen insanları rahatsız eder. Ve bazı nereye kadar soruları bunun için tehlikelidir. Hadi hevesinizi alın ve gidin, yeter rahatsız oluyo kar edemeyenler diye. İkinci katta oturan bir bürokrasi ikinci katta oturan başka bir bürokrasiyi teminat göstererek nereye kadar artık dedi en son gün. Bu nereye kadar sorusu bürokrasinin sıkıcılığı kadar sıkıcı ve gereksizdir, paranın üstüne Yunus Emre koyan kafa kadar düşüncelidir....

Bazı nereye kadar soruları da masumdur, ufuğun gerisini merak eden masum bu soruların cevabı da kolektif bir şekilde verilmelidir, hayallerin uzanabildiği yere kadar, hayaldeki kantini, fakülteyi, üniversiteyi... diye devam etmeli soru ve öyle kolay bitmemelidir.....

3 günde 2 kazanım elde etmiş bir aktivizmin nereye kadarı bucaksızdır.
En iyi çayın yapılabildiği deme kadar.
En iyi çalışma koşullarını sağlamış çalışanın evine huzurla gideceği durağa kadar.
En entellektüel biçimde, en güzel kantini yaratan kadar.
Bir tiryakinin en çok çayı içebildiği bardak sayısına kadar.
Ders arasında kantine koşturan kişinin hızının ulaşabildiği yere kadar diye cevaplar verilebilir......

Nereye kadar sorusunun cevabı kısa ve özdür, gidebildiğimiz en güzel, en insancıl yere kadardır.......

Hayallerin gerçekleşmesinin başladığı yer nereye kadar sorusunun cevabının en güzel tonda verilebildiği yerdir aynı zamanda........

İyi geceler, iyi haftasonları, teşekkürler.........

..........

Cumartesi

nasıl?

bildiğiniz üzere nisan 18'den beri anadolu üniversitesi iletişim bilimleri fakültesi kantinini boykot ediyoruz. nedenlerine defalarca kez değindik, artık biraz da nasıl olduğuna bakalım ;)
 

mmf'deki arkadaşlarımızdan aldığımız bilgilere dayanarak 17 nisan'da yaklaşık 30 kişiyle kantinimizin bahçesinde toplandık. nedenler, amaçlar ve araçlar üzerine konuştuk. herkesin fikri belliydi; "yarından tezi yok!"

aramızda topladığımız çok ufak bir bütçeyle alışverişimizi yaptık. su, su ısıtıcısı, poğaça, açma, simit gibi zaruri ihtiyaçları nasıl tedarik edebileceğimize kafa yorduk. görev paylaşımı, 2-3 yaratıcı fikir derken ertesi gün kendimizi kantindeki masamızın başında bulduk.

ilk gün ufak tefek tartışmalar ve kafa karışıklıklarıyla geçti. masamızı x veya y örgütüne bağlı bir oluşum zannedenler oldu, masadaki ürünleri sattığımızı düşünüp, parası olmadığı için çekinenler oldu... neyse ki bu tartışmaları çoktan aştık. :)

peki masada işler nasıl yürüyor? o gün sabah 9 dersi olmayan herhangi biri 8'den sonra kantinimize geliyor. masaya gazeteleri seriyor, poşetlerden bardakları, çayları, kahveleri, atıştırmalıkları çıkarıyor. suları kaynatmaya başlıyor. sanki evimizde kahvaltı edermiş ya da pazar pikniğine çıkmışız gibi hazırlanıyoruz. aynı dakikalarda sıcak poğaçalar geliyor pastaneden, birileri günlük gazeteleri masaya dizmeye başlıyor. sonra kantin yavaş yavaş kalabalıklaşıyor. evinden şeker, çay, püskevit, dergi, çöp poşeti, temizlik bezi getiriyor birileri... bazıları bir sandalye çekip muhabbet etmeye koyuluyor. bazıları sabah kahvesini doldurmaya başlıyor, bir kısmı kutuya cebinden çıkanları atıyor. paylaşmaya, kaynaşmaya başlıyoruz. uykumuz, ufkumuz açılıyor. hep beraber! :)


sonra ihtiyaçlarımız için alışverişe çıkıyoruz, eksiklerimizi kapatıyoruz, öğle arası için sıcak poğaçalarımızı alıyoruz, çöplerimizi temizliyoruz elimizden geldiği kadarıyla, masalarımızı siliyoruz. nasıl olduğunu anlamadan o gün geçip gidiveriyor, az yorgunluk, çokça paylaşım.


akşam evlerimize gidiyoruz. iletişime geçiyoruz ["yarın sabah kim poğaça alacak?", "gasteler kimdeydi?", "ne?!? semaver mi bulduk?!"], tepkileri okuyoruz, eleştirileri, övgüleri dinliyoruz... ev arkadaşlarımıza, ailemize, sevgililerimize anlatıyoruz o günü. genelde destek veriyorlar, bazen de çekiniyorlar. çekinmeye gerek olmadığını söylüyoruz, bir aradayız çünkü.

insan ailesinden çekinir mi yahu? :)

Perşembe

neden?

"kantini neden boykot ediyoruz?"
aslında cevabı gün gibi ortada bu sorunun.

yine de tekrardan cevaplamakta ve paylaşmakta yarar var ;)


kantini boykot ediyoruz çünkü; 
  • verdiğimiz paranın karşılığını istiyoruz.
"öğle arası. öğrenciliğin adı konulmamış kuralları gereği [!] +30 dakikalık uykuyu kahvaltınıza tercih etmişsiniz mesela. veya bahar aylarının etkisinden midir nedir, sabah 9'da verdiğiniz derse sadece 4 kişi gelmiş, zaten iki tanesi de arka sıralarda uyukluyor! siniriniz bozuk. [ama şimdi yoklamadan bırakmaya da içiniz elvermez tabii  :) ]
hatta belki büyüklüğü futbol sahalarıyla ölçülecek koridorlarımızdaki çöp torbalarını değiştirdiniz, paspas yaptınız, 50 kişiye öğrenci belgesi verdiniz, bir sınıfın lambasını değiştirdiniz, penceresini onardınız, yoruldunuz...
sözün özü, mideniz yavaş yavaş kazınmaya başladı.  şimdi bi' kaşarlı tost, yanına da sıcak çay... güzel fikir. dünyanın en güzel ikililerinden belki de.
kantine girdiniz. melek'e günaydın diyip ayaküstü sohbet ettikten sonra paranızı verip, mutfağa siparişinizi söylemeye gittiniz. tostunuzu beklerken gözünüz hemen yukardaki tost fotoğrafına takıldı. uuu... ekmeği nar gibi kızarmış, içindeki malzeme kenarlardan taşıyor, öylesine bol!

ama takriben 3 dakika sonra acı gerçekle yüz yüzesiniz. "eğer elimdeki şey tostsa görseldeki ne? o tostsa elimdeki ne?!?!"
içindeki kaşar arkasına karınca duası koysanız okuyabileceğiniz incelikte. üstelik tostunuz, sucuklu tostlarla aynı makinede yapıldığı için tercihiniz dışındaki tatlarla birlikte!


hafifçe iç çekip çayınızdan bir yudum aldınız. o da paşa çayından [kaynar suya ortalama 5-6 çay kaşığı dem konulmasıyla elde edilen karışıma verilen isim] hallice. üstelik tadında bir gariplik var.


evet, az önce eşek yüküyle para vermediniz bu ikiliye ama verdiğiniz paranın karşılığı da kesinlikle bu değildi!"


yukarıda anlattığım şeyler öznel kamerayla çekilmiş bir film sahnesi gibi gözünüzde canlandıysa ve bu sahneyi her gün yaşıyorsanız;
kantine hoş geldiniz.



bu sahnelerin tekrarlanmasından bıktıysanız, neden sorusunu kısmen cevaplamış oldunuz.

  • fiyatlar yüksek!
kahve makinesini cep telefonumdan fazla kullandığım günler oldu. [yalnızlıktan değil yahu, kahveyi seviyorum]
günlük ritüelim kantine girer girmez bir sade kahve alıp, bir kısmını kakaolu fındıklı kekle, geri kalanını sigarayla-muhabbetle tüketmektir mesela. bir de sınav dönemiyse ve "şimdi uyursam uyanamam, en iyisi hiç uyumadan derse/sınava gideyim" gibi salakça bir karar verdiysem kaç bardak kahve içtiğimi unuturum.
fakültede geçirdiğim 4. yıl ve bu süreçte işte o kahveye gelen zammın haddi hesabı yok! tamam, bir bardak kahveye servet ödemiyorum ama "arkadaş bu sabah bir sürü bozukluk vardı cebimde?" diye düşünüyorum çoğu zaman.
aynı şey çay için de geçerli. meyve suyu için de. soda için de. püskevit için de... 
ambalajında fiyatı yazan bir ürünün kantinde nadiren satıldığını ya da hiç satılmadığı gerçeğini fark ettiniz mi?
neden?
  • çalışma koşulları?
her gün sohbet ettiğimiz, kantinimizi temizleyen, çekip çeviren insanların çalışma koşulları neler? sigortaları yapılıyor mu? ücretleri asgari ücret düzeyinde mi? ücretli izne çıkabiliyorlar mı? mobbing denen zıkkımdan dolayı bir mağduriyetleri var mı? merak ediyoruz. öğrenmek istiyoruz!


  • fast-food'a alternatif yok!
yeni binamız bereket versin kampüsün öbür ucunda. üşengecim! yemek ve kart doldurma sırası bekleyesim, yokuşu tepip yemekhaneye gidesim gelmiyor. kantinde çıkasım yok. koltuklar rahat, arkadaşlarım burda, keyfim gıcır.
peki ya sağlığım?
neden fast-food dışında bir şeyler yiyemiyorum ki kantinde? çok mu zor bir küçük kutu yoğurt, biraz taze meyve...

"eh onları da git evinde ye" diyen olursa yarın bize gelsin.

tantuni ısmarlayacağım.


  • hijyen?
kabul etmek gerekir ki binamızın yeni olması sebebiyle kantinimizin mutfağı oldukça temiz görünüyor.


görünüyor da bunu kim denetliyor? bilsek keşke.


  • tam olarak ne yediğimizden habersiziz!
patatesler hangi tip yağlarla kızarıyor? o köfteler tam nerden geliyor? ekmeklerin üretildiği fırın neresi? temiz mi? poğaçalar, açmalar güvenebileceğimiz yerlerden mi satın alınıyor?
öğrenmek, bilmek istiyoruz. çünkü yukarıda adı geçen her besin midemize giriyor.
bilgisayarına usb bellek takarken 3 kere virüs taraması yapıp bu soruları umursamayan insanlar da tanıyorum, orası ayrı.
  • reklamlar
geçenlerde çook eski bi fotoğrafını gördüm bizim kantinin. duvarda baudelaire'in portesi vardı. eski binanın kantini de film afişleriyle bezenmişti.
şimdi?
kpss kursu reklamları, kampüste mutlu bir an afişleriyle dolu... [tamam o afişte çok sevdiğim 2-3 arkadaşımın fotoğrafı da var ama sorun bu değil]
ben, kantinin reklam afişleriyle dolmasını orada var olduğum anın benden izinsiz başkasına satılması gibi görüyorum. rica ederim, şu duvarlar iletişim bilimleri fakültesi'nin kantinine ait olduğunu belli etsin. üniversite kantini orası yahu! üniversite!



"neden?" sorusunun cevapları kısaca bunlardı.
katılıyorsanız, bize katılın. katılmıyorsanız, gelin tartışalım.



çaylar bizden. ;)